hüseyn kaya
Belkiler ve
keşkeler arasında gelir dayanır göz kapaklarınıza. Kelimeler usul usul
uzaklaşır zihninizden. Gördükleriniz birden bire anlamını yitirir,
bulanıklaşır. Hafif bir sızı yürür içinizde. Şiirlerin, şarkıların,
yağmurların, rüzgârların, yaprakların elinden tutup içinde yaşadığınız dünyadan
ya kalabalıklara yahut kendinize kaçmak ya bir an önce sokağa fırlamak,
kalabalıklara karışmak yahut bir kuytuya çekilip öylece orada, geçmesini
beklemek istersiniz ruhunuzdaki sarsıntının. Dünyanın ve kelimelerin bittiği
yerde gözyaşı başlar. Bir türlü toparlayamadığınız harfler dökülür göz
pınarlarınızdan. Beklediğiniz yahut beklemediğiniz bir anda tufanlarla sarsılır
dünyanızdaki her şey, geminiz rüzgarların, akıntının çektiği yöne doğru dolaşır
sığınacak bir kara parçası bulabilmek için.
Fırtına ve
yağmur dindiğinde bir kıymık ayrılır kalbinizden yavaşça, bir hançer vedalaşır
göğüs kafesinizle. Kimseler sizi bulmasın istersiniz. Herkesle gülünür lakin
ağlanmaz herkesle. An gelir, kızıl laleler üzerindeki çiğ taneleri gibi
damlalar uçar gider, buharlaşır yanaklarınızdan.
Kristal
kalbimizin, kırılan küçücük parçacıklarıdır belki de gözyaşları.
***
Ayrılığa,
sevdaya, yalnızlığa, hasrete, dünyaya, sevaba ve günaha dair adını
koyamadığımız ne varsa ruhumuzda, onunla dökülür gözlerimizden. Kimi zaman biz
varırız gözyaşı bulutlarının altına kimi zaman hiçbir neden yokken o bulutlar
gelir kümelenir üzerine kalbimizin. Kimi zaman her şey yolundayken, hayatımızda
hiçbir eksiğin kalmadığını düşünürken bir gece yarısı başımızı yastığınıza
koyduğumuzda yahut bir seher vakti ansızın uyandığımızda; aslında hiçbir şeyin
yerli yerinde olmadığını fark ederiz birden. Eskittiğimiz yılların ahını
işitiriz mazi ormanlarından. Adını koyamadığınız bir pişmanlık ve yarımlık
hissi çiçeklenir gözlerimizde.
***
Ağlamak,
kaybetmenin de sahip olamamanın da küçük kardeşidir biraz. Oyuncağımızı
kaybeder, ağlarız… Saçlarımız kesilir ağlarız. “Atta”ya giden babanın, annenin,
ağabeyin ardından ağlarız. İlkgençlik yıllarında ne olduğunu dahi anlamadığımız
sevdalar kapımızı çaldığında gözyaşlarıyla açarız ona kalbimizin kapılarını.
Orta yaşlarda, geride bıraktığımız fotoğraflara bakarken usançla, yılgınlıkla
göz seline kapılırız. Ömrün fırtınası dinip, bizi hayatın kenarına
sürüklediğinde, pişmanlığın rengiyle süzülür damlalar buruşmuş yanaklarımızdan;
gözyaşlarımız toplamıdır hayatımızın aslında.
***
“Gözyaşı siler günahı”
(Yunus Emre)
Önce gözyaşı
verildi hepimize. Bu yüzden her gözyaşı damlası dünya ile selamlaştığımız o ilk
ânın şaşkınlığına, yalnızlığına, yabancılığına ve masumiyetine taşır bizleri
biraz da. Yaşarken durup durup kendisini hatırlatan anadilimizdir gözyaşı,
içimizdeki çocuğun kendisini hatırlatmasıdır tüm mahzunluğu ile.
Bazen vedadır
gözyaşları bazen selam… Bazen dipsiz kuyularda sürekli bir düşüştür ruhumuza
bazen gökkuşağından bir ilham… Bazen laftan sözden anlamayan haşarı yahut
nazlı, alıngan bir çocuktur gözyaşı. Bazen rahatlatır ağlamak bazen
rahatsızlıklar büyütür içimizde, bazen çözer tüm meseleyi bazen meselenin
içinden çıkılmaz eder. Kim tarafından ne için dökülüyor olursa olsun saf
şiirdir gözyaşları ve kafiyesidir sevdanın, vedanın, ölümün, hastalığın, acının.
Derdini
anlatamayan çocuk, evine ekmek götüremeyen baba, yalnızlığında; çaresizliğinde
her anne muhakak gözyaşlarının pırıltısı ile çıkar yeryüzüne yeniden içine
düştüğü kuyulardan. Ruhumuzun dünya karanlığına sarkıttığı nurdan incecik
iplerdir gözyaşları.
Herkes ağlar.
Bebekler, çocuklar, gençler, yaşlılar, anneler ve illa ki babalar…
***
“Erkek ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı”
(Sezai Karakoç)
Koparılan
çiçekler nasıl dökerse sessizce koparıldığı yerden gözyaşını, dalları kesilen
ağaçlar nasıl sıralarsa kendisinden kopan her parçanın peşi sıra gözyaşlarını,
babalar anneler de öyle gözyaşlarıyla yıkar yanaklarını.
“Ağlarsa anam
ağlar” deriz lakin babalar da ağlar, ablalar, ağabeyler de kimsenin görmediği
tenha kıyılarda. Herkes ağlar lakin herkes istemez gözyaşını paylaşmayı.
Şayet şahit
oldunuzsa; büyüklerinizle aranızda
küçücük bir sırdır onların ağlamaklı halleri. Babanızın, annenizin, ablanızın,
ağabeyinizin göz pınarlarında gördüğünüz her inci tanesi zehirli bir ok ucu
gibi sızlatır bir ömür kalbinizde bir yerleri. İsteseniz de ortak olamazsınız
onların gözyaşlarına, isteseniz de sarılıp teselli edemezsiniz, bağrınıza
basamazsınız onları. İçinize akar gözyaşlarınız. Hüzünlü bir resim gibi
asarsınız ruhunuzun duvarlarına uzaktan uzağa gördüğünüz her şeyi.
Herkes ağlar
boşlukların, yitirilmişliklerin, sahip olamadıklarının, kaybettiklerinin yahut
kazandıklarının eşiğinde.
Güller de ağlar
bülbüller de… Dağlar da ağlar, dereler, denizler de…
***
Büyük, küçük,
zengin, fakir ayırmadan; hüzünlüyken yahut mutluyken hepimizin kirpiklerine
misafir olur gözyaşı. Her şeyden sakındığımız gözlerimizi yalnızca gözyaşlarına
emanet ederiz sualsizce. Toprak atarken bir yakınının cenazesi üzerine, ziyaret
ederken bir dostun kabrini, çevirirken bir albümün yapraklarını, beklerken bir
ameliyathane önünde, bir imtihan sonucu açıklandığında, bir haber aldığınızda
ansızın, bir sabah namazı secde anında, bir iftar vaktinde beklerken ezanı, bir
ayetin, hadisin ruh kamaştıran şavkıyla filizlenebilir herkesin göz kapakları.
Her kalp
kırılganlaşır dolaşırken yeryüzünde. En tepeye çıkmışken ümitten kanatlarla;
göklerden tekrar düştüğümüzde dünyaya, üzerine titrediğimiz her şeyin büyük bir
sessizlikle bizden uzaklaştığını fark ettiğimizde, özene bezene yaptığımız
kumdan kaleleri yerle bir ederken dalgalar, kırılırız ve içimizde
biriktirdiğimiz bütün taşları savururuz uçsuz bucaksız okyanus kıyılarında.
Kırgınlıklar ve karanlıklar ortasında çaresizce yaşarken tek teselli gözyaşımızdaki
sırda saklıdır.
Herkes ağlar
düşünce, dizkapakları ansızın kanamaya başladığında.
***
Gözyaşı aslında
umudun, bekleyişin halen bitmediğinin de işaretçisidir. Bu yüzden gözyaşının
her damlası en az çaresizlik ve keder kadar; umut ve hayal yüklü bir kitaptır.
Ağlamak büyük
bir kabulleniş, kelimeleri aradan çıkarıp yapılan bir yakarıştır… Geride kalan
her şeyi unutmanın, hayatla pazarlık yapıp dünyaya yeniden doğmanın, azalarak
var olmanın, çoğalmanın başlangıcıdır.
Sevdaya,
mutluluğa, hüzne, yalnızlığa olduğu kadar hiçliğe de adanır bazen gözyaşları
sebepsizce. Nereden ve ne için geldiği bilinmeyen elçiler gibi, gelir misafir
olur ve kayıp düşer gözyaşları kirpiklerinizden. Farkına varamayız lakin
ağlamak, gözün gördüklerinden ruhun tövbe etmesidir sessizce.
Kimseye zararı
olmaz birkaç damla gözyaşının. Acılar biriktirir içimizde, damla damla harcarız
yaşadıkça. Ne kelimeler gibi yanlış anlaşılır gözyaşları ne istemeden gönül
incitir. Herkesin herkesi tam olarak anlayabildiği tek dildir o. Gözyaşlarıyla
geliriz dünyaya ve gözyaşlarıyla uğurlanırız dünyadan.
Ağlamak,
kurtuluş, ağlayamamak; kayboluştur bazı zamanlar.
Dünya ile
mecburi bir takastır gözyaşı; dünyaya ruhumuzdan parçalar verir, karşılığında
arınır, ondan geçici huzurlar alırız.
Gözyaşı,
varlığımızın ve hiçliğimizin kendisini asla unutturmayan yegâne telmihidir
belki de bu yüzden; önce gözyaşı verilmiştir hepimize…
ocak, 2015 semerkand dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder