27 Temmuz 2020 Pazartesi

dünya

hüseyn kaya

Yalnızca bir mevsim için kendisine yuva kuran ve diyardan diyara dolaşan göçmen kuşlar gibiyiz aslında yeryüzünde. Dünya ağacının dalları arasına konuyor, yuvamızı kuruyor ve sonra her şeyimizi bırakıp üstelik bir daha dönmemek üzre göçüp gidiyoruz dünyadan. Bir mevsimliğine sahipleniyoruz yuva kurduğumuz ağacın tamamını, bir mevsimliğine sahipleniyoruz toprağı, yağmurları. Mevsim hiç dönmeyecek, güz hiç gelmeyecek sanıyoruz. Kanatlarımızı okşayıp geçen meltemin bir gün sert rüzgârlara dönüşebileceği aklımızın kıyısından bile geçmiyor. Kısa bir süre sonra bitecek bir oyuna kaptırıyoruz kendimizi. Bir vakit sonra renkler değişiyor, hava kararıyor ve yağmurlar başlıyor. Bir bir terk edip gidiyor bizi, sararmış yapraklar. Güvendiğimiz dallar elimizde kalıyor ve güvendiğimiz dağlara kar yağıyor. Baktığımız, duyduğumuz, dokunduğumuz her şey hatta uzayan gölgemiz dahi fısıldarken ruhumuza kaçınılmaz göç vaktini biz kapatıp gözlerimizi baharı düşünüyor, baharı özlüyoruz.

***

Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzer
Veli bizim ömrümüz bir tiz bazara benzer
(
Yunus Emre)

Önceleri yabancısıyızdır her şeyin. Gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz hissettiğimiz her şeyden, korkuya bulanmış bir ürkeklik sızar ruhumuza. Gurbetin ve yalnızlığın hüznü güzelleştirir yüzümüzü, kalbimizi. Âdem Aleyhisselam’ın yalnızlığı ve şaşkınlığıyla bir yolcu mahcubiyeti bakışlarımızda, arşınlarız dünyayı. Zaman geçer, gün geçer, yıllar geçer…  Bulanık sellerde sürüklenen çakıl taşları gibi unuturuz yolcu olduğumuzu, yolda olduğumuzu. Şaşkınlık silinir bakışlarımızdan, hayret uzaklaşır kalbimizden. Nereden geldiğini anlayamadan kulak verdiğimiz bir fısıltıyla dünya, sofrasını kurar içimize. Yol kıyılarında başı göklere ulaşan ağaçlar gibi kök salalım isteriz bulunduğumuz yere, uzaklardaki başı dumanlı dağlar gibi yücelsin isteriz başımız göklere, ırmaklar gibi kıvrılıp sonsuza akalım, denizler gibi sonsuzluğa kıyı olalım isteriz. Oysa gördüğümüz yalnızca dünyadır, hikâyemize eşlik eden yalnızca mecazlardır. Kuşlar meleklerden öğrendiklerini şakır, çiçekler, kelebekler cennetin hatırlatıcısıdır. Dağlar ve denizler sonsuzluk kitabından dünyaya düşmüş birkaç satırdır.

Dünya kendisini sevdirmek isteyen çocuklar gibi dolaşır durur ayaklarımıza. Misafirliğimizi, seferberliğimizi her şeyi unutur severiz dünyayı, bağlanırız ona. Daha rahat yaşayabilmek için dünyada evler, şehirler inşa eder rahat dolaşabilmek için kıvrım kıvrım yollar açarız yüce dağların bağrında. İnanmak için saatler takvimler icat ederiz, saymak için rakamlar ve yeniden anlamlandırmak için her şeyi harfler, kelimeler buluruz kendimize.

Yeni bir dil öğretir bize dünya unutmamız için gurbeti, ayrılığı ve durmadan söylememiz için kendisine onu nasıl sevdiğimizi. Yüzündeki renkli peçeye aldanırız dünyanın.

Kimilerine göre üç günlük kimilerine göre bir anlık misafiriyizdir dünyanın lakin biz koca bir ömür deriz bu kısa vaktin adına. Dikenlerden şikâyet eder güllerine ümit bağlarız bu ömür içinde, ayağımızı kanatan taşlardan şikâyetçi olur, yalancı ayrılıklar için gözyaşı dökeriz.

Hâlbuki kısacık bir masalın ilk sözlerinden ibarettir tüm yaşadığımız. Hâlbuki her şey az sonra uyanacağımız bir rüyan ibarettir.

Ansızın bir salıncağa dönüşür dünya kalbimizi yerinden çıkarcasına titreten ve kaptırırız kendimizi sonu belirsiz oyunlara.  İçimizde karanlık büyür, ruhumuz şüphe uçurumlarında savrulur durur.

***

Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış,

Kişi yeni geline bakubanı doyamaz

(Yunus Emre)

Renklerin, şekillerin aslını değiştiren sihirli bir aynadır dünya onun yüzüne bakar ve kendi yüzümüzü onun yüzünde seyrederiz. Onun karşısından çekildiğimizde bomboş bir çerçeve kalır geriye ondan; içindeki renkler, şekiller kaybolur ve sırı dökülür karşısında durduğumuz camın. Dünya yalnızca karşımıza aldığımızda, onu seyre daldığımızda bir mana kazanır.

Ezberledik, öğrendik sanırız ona dair her şeyi fakat birdenbire silinir okuduğumuz tüm yazılar, silinir ve tekrar tekrar belirir yabancısı olduğumuz satırlar. Okudukça kandığımız kandıkça hakikatin yüzünü unuttuğumuz bir kitaptır dünya. Suya yazı yazmak uğruna dolaşırız şaşkın şaşkın kocaman okyanusların ortasında.

Sürgünlüğümüzün, gurbetimizin, büyük yalnızlığımızın tek sebebidir o ve sevdaların, yorgunlukların, ağlamakların, çaresizliklerin, ümitlerin, yılgınlıkların, yangınların yüzlerindeki perdeyi kaldırarak yürümenin, her şeyi geride bırakmanın, dönüp bir daha bakmamanın ülkesidir.

Tüketmek ve tükenmek için durduğumuz bir yol kıyısı değildir dünya. Ne elimizde kırık kalbimizle dolaşmanın yeridir ne başkalarının kalbini kırmanın yeri. Onu bağrına basan hiçliği bağrına basar, ona talip olan yokluğa talip olur. Yine de kaybettikçe üzülür kazandıkça seviniriz çölde kum tanelerini.

***

Bu dünyaya gönül viren son ucı pişmân olısar

Dünya benüm didükleri hep ana düşman olısar

(Yunus Emre)

Güneş, yıldızlar ve ay yorulur da uzaktan dünyayı seyretmekten biz yorulmayız onun içinde yaşamaktan. Ölümün var ve en büyük hakikat olduğu tek mekândır dünya ancak ilk unuttuğumuz hakikat ölümdür yeryüzünde. Sonsuza kadar yaşanacak bir yer olmadığını bile bile aldanırız dünyanın güzelliğine.

Dünya alışkanlıkların, bağımlılıkların en zehirlisidir. Ona alıştıkça, bağlandıkça ruhumuzun çığlığından kulaklarımız sağır ve içimizin karanlığından gözlerimiz kör olur.

Neye ne kadar sahip olursak olalım dünya adına, ölüm daima aynı uzaklıkta yürür yanımızda oysa. Yürür ve hatırlatır her adımda faniliği. Terk etmenin, vaz geçmenin, sonsuzluk önünde yitme hissinin huzurunu vermez dünya hiçbir zaman. Mutluluğun dünyaya gömülü bir define olmadığını bile bile mutluluk ararız sarp kayalıkların, uçurumların kıyısında, soğuk mağaraların korkunç karanlıklarında.

***

Bu dünyaya inanma, vefasın bulam sanma.

Ömrün veren ziyana, çoğu pişman içinde.

(Yunus Emre)

Tıpkı bir yüzünün aydınlık bir yüzünün karanlık olması gibi bir tarafında ümitler yeşerir dünyanın bir tarafını ümitsizlikler işgal eder, bir tarafından cennete açılır kapılar bir tarafından yokluğa. Üzerinde yaşadıkça dünyanın bir çeşmesinden abı hayat yudumlarız bir çeşmesinden tuzlu su.

Peşine düştüğümüzde bir seraba dönüşen, kendisinden kaçtığımızda peşimizi bırakmayan, hep kendisini hatırlatan korkunç bir hayalettir dünya. Asla yakalanmaz; ama hep yakalar, asla sobelenmez; ama hep sobeler kendisiyle oyun oynayanı.

Biz üzerinde koşuşturdukça dünya daha da hızlanıyor sanki ve ondan istediğimiz her şey için kendimizden bir şeyler veriyoruz durmadan. Onu tükettikçe biz tükeniyoruz, onu gerçek sandıkça biz yalana dönüşüyoruz. Susuzluğumuz artıyor onun acı suyundan içtikçe, huzursuzluğumuz artıyor huzuru onun ellerinden devşirmeye yeltendikçe.

Bizim dünyada değil dünyanın bizde yaşadığını fark ettiğimizde sahici bir bahar güneşi yükseliyor dağların arkasından. Dünyaya değil de dünyamıza baktığımızda, dünyamızı tutmaya çalıştığımızda kalbimiz de bizimle bakıyor, uzanıyor her şeye. Bütün mecazların asıl manalarına dönüyor ve kördüğümleri çözülüyor ruhumuzun.


nisan, 2014

 

 



 

 


1 yorum:

Albatros dedi ki...

Niye geldiğini,yaşamanın illa bir anlamı olduğunu kavrıyor insan bu deneme ile.Yazari, icimizden biri gibi yapan da bir taraftan faniligini yasarken dünyanın,sonsuzluk yolcusu ol(a)mamanın huznunu yaşaması ve yaşatması olsa gerek..